İlk gösteriminin gerçekleştiği Roma Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülünü alan Tayfun Pirselimoğlu filmi. Daha önce hiç tanımadığı ama kendisine şaşırtıcı şekilde benzeyen bir adamın yerine geçen Nihat’ın (Ercan Kesal) hayatının değişme öyküsünü konu alıyor. Kısaca bir doppelgänger öyküsü diyebiliriz. En baştan başlamam gerekirse; Pirselimoğlu’nun karakterlerini alt sınıftan seçmesine bayılıyorum. Karakterler bulundukları o sosyal sınıftan bizlere gerçek hayatın yüzünü gösteriyor. Bir kere burada bir anlaşalım ve filme artısını verelim. Sanat yönetmenliği ve o gerçekliği aktarma tarzı çok gerçekçi böylece filmin içine girmeniz daha bir kolay oluyor. Filmin kendimce sevmediğim bir eksisine gelirsem eğer, o da şu; inanılmaz ağır. Bir röportajında filmin zamanla reel zamanı birbirine yakınlaştırmak istediğini, aslında günlük hayat hızıyla, hayatın gerçek ritminin bir olmadığı konusuna değinmiş. Bir taraftan haklı elbette ama filmdeki gerçek hayattan söz edeceksek filmdeki Nihat karakterinin Necip karakterine dönüşüp belalı bir hayatı tercih etmesinin neresi gerçek? İşte tam bu noktada filme inanılmaz mantık hataları ve soru işaretleri giriyor; Nihat karakteri Necip ismiyle iş görüşmesine gidiyor örneğin, mevzu gerçeklikse bunun neresi olası? Bütün bu mantık hatalarını birde reel zaman düzleminde filmde somut olarak gördüğünüzde doğal olarak film birden çekilmez bir hal alabiliyor.

rt9397

 

 

Tayfun Pirselimoğlu ve Ercan Kesal’la yüz yüze sinema üzerine konuşma fırsatı bulmuştum. Tayfun Pirselimoğlu filmde gerçeklik üzerine; ‘Her film kendi gerçekliğini oluşturur, herhangi bir kadın karakter, abisinin ölümüne sadece evdeki bütün muslukları açıp, koltuğunda oturarak tepki verebilir ve kimse kadın neden böyle bir şey yaptı diye sorgulayamaz çünkü bu sizin filminiz…’ demişti. Bu noktada sonuna kadar onunlayım zaten hepimizin sinemayı sevme nedeni bu değil mi? Sinema gerçek hayatın çıkış kapısıdır, deliliğin vizesidir. Ama sen o deliliği, gerçek hayatın insanlarıyla vermek istiyorsan o zaman  Sen Aydınlatırsın Geceyi gibi bir film çekmelisin, çünkü orada gerçek insanı, gerçek zamanın dışında izledik ve öyle güzeldi ki fantastik bir film gibi izlemedik biz o filmi, öyle sevdik. Dolayısıyla senaryo ne kadar kaliteli olsa da gerçek zamanla birleştiğinde seyirciyi boğabiliyor. Bu istisnai durumu ne Nuri Bilge’de, ne Kaplanoğlu’nda ne de başka bi yönetmende gördüm. Tayfun Pirselimoğlu ilk oldu. İlk defa ‘filmik zamanı’ reel zamana tercih etmek istedim.

Gel gelelim karakter analizlerine; ekşi sözlük’de zahmet kullanıcısının şu yazısını direk paylaşmak istiyorum, dikkat spoiler çıkabilir:

bu Nihat’ın Necip’e dönüşme hikayesi değil. çünkü görebildiğimiz kadarıyla aslında nihat “yaşamıyor”. yaşamak fiilinin sadece nefes alıp vermekten ibaret olmadığını göz önüne alındığında Nihat’ın gördüğümüz/hissettiğimiz bir ailesi yok. evinde neredeyse hiçbir kişisel eşya olmadığı gibi geçmişinden günümüze taşıdığı detaylara da yer yok. kırık aynasında gördüğü suret oldukça kirli.

“arkadaşları diyebileceğimiz karakterlere, evine sokmayacak kadar mesafeli, nitekim hemen filmin başında aslında arka-daş da sayılmayacaklarını görüyoruz. büyük bir mutfakta çalışmasına rağmen makarna-menemen-patates üçgeninde yediği yemekler, cinsel ihtiyaçlarını bir fahişeyle bile gidermeden mastürbasyonla tatmin etmesi, giydiği sıradan kıyafetler ve bir şoku atlatamamışcasına sergilediği donuk tavırlarıyla nihat’ın yaşadığını iddia etmek fazlasıyla cüretkar olmayı gerektirir.

Kendisine bakan Ayşe’ye yaklaşmaması ama davet geldiğinde reddetmemesi, tıpkı arkadaşlarıyla görüşmek istememesine rağmen kapısına geldiklerine kıramaması ya da az önce mastürbasyon yapacakken fahişeyle beraber olma sırasında sözsüz bir sona kalmayı kabul etmesine, nezarethanede parmaklıkları ayakkabısının topuğuyla döven adama polisin vurmasından sonra iki tane de kendisinin vurması gibi; aslında iradesini yitirdiğini/hiç olmadığını/; gereklilikler dışında kalan arzularının köreldiğinin
ispatı sayılabilir.

ben o degilimNecip bir anlamda Nihat’ın aynadaki sureti. Nihat tıpkı onun hayatını yaşarken, onun kıyafetlerini giyerken ve oymuş gibi yaparken ufak duraklamalar dışında akıcı bir performans sergileyebiliyor.

Hikayenin izmir kısmında ortaya çıkan ‘asiye’ karakteri de ayşe’nin aynadaki sureti sayılabilir.

Aslında hepimizin sahip olduğu farklı hayatların ufak dokunuşlarla nasıl değişebileceğini, bize dayatılan rolleri nasıl kabul ettiğimizin ve o rolün gerekliliklerini nasıl da icra ettiğimizi; otobiyografilerimizi ya(ş)(z)arken etkisi altında kaldığımız detayları göz önüne seriyor.

filmin güzel yanlarından bir diğeri, olay örgüsünün sıralamasını değiştirsek özünü kaçırmıyor oluşumuz olur. düşünsenize Nihat’ın Necip’e dönüşmesi yerine, necip’in Nihat’a; Asiye’nin Ayşe’ye dönüşümünün öyküsünü de izleyebilirdik.

Son olarak ki üzerine söylenecek daha çok şey var ama filmi biraz daha sindirmem gerekiyor sanırım; necip’in önce karısına sonra görüntüsüne sahip olmakla kalmayıp, necip’in özyaşam öyküsüne ve reflekslerine sahip olmuş nihat’ın “adalet” önünde “ben o değilim” demesini şahsen beklemem; necip’in günahlarının kefaretini ödemeyi de kendi vazifesi sayacağını düşünüyorum.”

Velhasılıkelam senaryosu çok kaliteli, alt metni dolu dolu, zaman zaman sıksa da bütün övgüleri hak eden güzel bir film. İyi seyirler dilerim.

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın
Lütfen isminizi buraya yazınız