02-08 Mart 2015

0

PaperJM ekibine henüz katılmış olmanın haklı mutluluğunu yaşıyorum. Öncelikle bu mutluluğu sizinle paylaşmak isterim. Bu sitede herkesin yaptığı bir şeyler var, ben de gündem yazıyorum işte. Haftada bir, hepinize olabildiğince kısa ve yoğun bir şekilde hafta içerisinde neler olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bazen bir konuya eğilip o konu hakkında konuşacağız, bazen farklı farklı konuları ele alacağız. Türkiye’nin gündemi nerelere götürürse bizi, oralarda nefes almaya çalışacağız. Ancak eminim ki nefes almanın ne kadar zor olduğunun farkındasınızdır. İzniniz varsa başlıyorum.

  • Döviz muntazam yükseliş çizgisini geçen haftadan beri sürdürüyordu. Bu hafta ise yatırımcısını ziyadesiyle mutlu etti. Türkiye ise kritik bir eşikte. Tehlikeli bir süreçten ve ciddi bir öneme sahip bir seçim yılından geçiyoruz. Bu tehlikeli süreç nedeniyle ekonomik krizin kapıda olduğunu ve hatta başladığını belirtmekte en ufak bir beis yok. Ben geceleri huzurla uyuyamıyorum. Sizin için ise durumun nasıl olduğunu bilemiyorum tabii.
  • Bu ekonomi bahsinin tartışılması gereken tek konusu elbette ki döviz değil. Endişelenmemiz gereken haberlerle karşı karşıyayız. Bankaların verdiği kredileri geri çağırmaya başladığını duyduk mesela. Öyle ki, Yetiş Kurt isimli bir vatandaştan borcunun tamamını peşin olarak ödemesini istemiş bir banka. 300 liralık taksitlerle ödediği borcu bu şekilde geri ödeyemeyeceğini belirtmiş Yetiş Kurt ve bunun üzerine banka yetkilileri, taksitlerin 500 liraya çıkartılmasını önermiş. Durumun sonrasında ne olduğu ve bir karara bağlanıp bağlanmadığı meçhul.
  • Bu bankalarla ilgili tek sorun da bu değil aslında. Aramızda kalsın, büyük bir bankanın geçtiğimiz aylarda kendini kurtarabilmek için çok ciddi bir fiyata kredi alacaklarını bir varlık yönetim şirketine sattığını duydum. İsim vermemem ilk yazımda davalık olmaya niyetim olmamasındandır. Yoksa bildiklerimi sizden saklayacak değilim.
  • Öte yandan bu ekonomik buhranın birincil nedeni olduğunu hepimizin bildiği bir parti ve onun siyasi çalkantıları var. Adamlar sadece ekonomiyi çökertmiyor, iç-dış siyaseti de parçalara -hatta atomlarına ayırıyor. Endışelenmemek mümkün değil. Geçen haftalardaki şu Süleyman Şah muhabbetinden bahsetmeyeceğim ancak dış politikada geldiğimiz noktayı muazzam bir şekilde gösteriyor. Kendilerinin parti içerisindeki çalkantılarına bile katlanmak mümkün değil. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hala hem partinin genel başkanı hem de başbakan gibi davranıyor. Hakan Fidan’ın aday olabileceği gündeme geldi, efendim kendisi hemen bir dizi açıklama yaptı. Kimse de çıkıp “beyfendi size ne,” diyemedi, ben ona yanıyorum. Bugünlerde AKP’nin içindeki bir diğer çalkantının nedeni ise Abdullah Gül. Kendisinin tekrar AKP’ye geri dönüp dönmeyeceği, başbakan olup olmayacağı konuşuluyor. Erdoğan cephesinde -parti içerisindeki pro-Erdoğancılarda- Abdullah Gül karşıtlığı söz konusu. Kendisi de Davutoğlu gibi kolaylıkla yönetilebilen bir başbakandansa Cumhurbaşkanlığı tecrübesi bile olan bir başbakana elbette ki karşı çıkacaktır.
  • Burada konuşmamız gereken bir diğer başlık da Erdoğan’ın o “alışılagelmiş cumhurbaşkanı kimliği”nden nasıl sıyrıldığı. Efendim cumartesi günü Cumhurbaşkanı tarafından ülkece tehdit edildik, fark ettiniz mi? Çıkıp hepimize “400 milletvekilini verin bu iş huzurla çözülsün,” dedi. Kimse de çıkıp “beyfendi ne diyorsunuz,” demedi. Aklım almıyor efendim benim, aklım almıyor. Bir cumhurbaşkanı nasıl böyle bir şey söyleyebilir? Ha tabii, hangi partiye 400 milletvekili vermemiz gerektiğini söylemedi, korkarım bu üslubu da yakında değişecek. Alenen AKP diyeceği günleri de göreceğiz. Zira bu destek ortamının yaratılması için gerekli tüm zemin de usul usul hazırlanıyor, hanımlar beyler medya daha da büyük bir tehlikenin altında.
  • Zaten tarafsızlık ilkesini kaybetmiş olan medya, yaklaşan seçimle birlikte yepyeni bir kıskacın altına alınmak üzere. Cumhurbaşkanlığı seçiminde TRT dahil tüm yayın organları, Erdoğan’a muazzam uzunlukta süre ayırırken diğer adaylara pek de şans tanımamıştı. Haydi diyelim Demirtaş’ı HDP’den tanıyorduk, efendim İhsanoğlu’nun kim olduğunu öğrenebildik mi? Kimdi bu beyfendiciğimiz, seçimde ne vadediyordu da olmadı, ne iş yapardı, ses tonu neydi? Hatırlayanınız veya seçim sürecinde tüm bu verilere vakıf olabileniniz var mı? İşte şimdi daha da sert müdahaleler ile karşılaşacağımızın sinyallerini almaya başlıyoruz. İktidar hiç değilse havuz medyasını geniş bir ortama kavuşturabilmek için medyanın seçim sürecindeki tarafsızlık ilkesinden taviz verebilmek adına her şeyi yapıyor. Cumhuriyet gazetesinin 8 Mart 2015 tarihli nüshasından Fırat Kozok’un haberini aktarmak istiyorum size. Habere göre AKP özel televizyon ve radyoların seçim dönemindeki yayın denetim yetkisini YSK’dan alıp RTÜK’e devretmeye hazırlanıyor. Buraya dikkat: nispeten tarafsızlık ilkesini korumaya çalışan YSK’dansa RTÜK’ü tercih ediyor. RTÜK üyelerinin durumu ise aşikar. Muhalefetten nerdeyse kimseyi bünyesinde barındırmıyor RTÜK artık. Dindar neslin yetiştirilmesi için televizyonlar ve radyolar üzerindeki denetim hakkını sorumsuzca kullanan RTÜK’ten bahsediyoruz. Tarafsızlık ilkesinin nereye evrileceği aşikar. Tabii buna tersine evrim desek daha iyi olacak. Geçelim diğer maddeye benim sinirim bozuldu elim ayağım titriyor, kahve de içemedim.
  • Öte yandan TSK’da da suların durulmadığını söylemek gerek. Allah zeval vermesin Silahlı Kuvvetlerimizde ufak tefek sıkıntılar var. 10 günde üç F4 kazası yaşadık. Bu kazalarda şehitler verdik. Bunun dışında farkında mısınız bilmiyorum ama, son bir iki haftada birçok “er intihar etti” , “kendisini ve arkadaşlarını vurdu” haberi geldi. Biz bunların intihar olup olmadığını sorgulamakla mükellef birer vatandaşız zira o asker Türkiye’nin askeri. Öyle çözüm süreci, barış ortamı, ağlamayan analar edebiyatı yapıp beni çıldırtmayın. Analar hala ağlıyor efendiler. Bu şehit haberlerinin her birisine sakinlikle “intihar etmiş efendim” deyip geçecekseniz ben sizi yakanızdan tutup sarsar, bir iki tane de tokat aşkederim. Kendinizi kandırabilirsiniz, fakat kimseye yalan söylemeyin. Bu en basitinden seçmeninizin zeka seviyesine hakarettir.
  • Salı günü CHP grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakanlık Ofisi’nde HDP temsilcileri ve kendilerinin bozuk Türkçeleri tarafından okunan çözüm sürecine ilişkin 10 maddelik taleplerine geniş bir yer ayırdı. Bu sürecin muazzam derecede işbirliği koktuğunu söyledi. Ertesi gün CHP parti temsilcisi Haluk Koç da benzer bir açıklama yaptı ve Çarşamba akşamı Kılıçdaroğlu, CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın konuğuydu. Önemli açıklamalarda bulundu Kılıçdaroğlu. Fakat programın en önemli yanı, her görüşten gazeteciyi karşısına oturtabilme özgüvenini göstermesiydi. Abdulkadir Sevi bile oradaydı, inanmak güç. Her neyse, hakaret etmeyeceğim. Nelerden bahsetti Kılıçdaroğlu?
  • Önseçimde her adayın eşit şansının olduğunu ve herkesin CHP’den aday adayı olabileceğini, herkese kapılarının açık olduğunu söyledi. Her ilde kadın adaylara öncelik verileceğini söyledi. Bu demektir ki partinin genel başkanı bile en iyi ihtimalle ikinci sıradan aday olacak.
  • HDP eleştirilerine ilk kez bu kadar geniş bir yer ayırdı. Gezi sürecini, 17-25 Aralık soruşturmalarıyla ilgili tavırlarını, son gelinen noktayı hatırlattı. Kendisine HDP’yle ilgili ittifak sorusu sorulduğunda ise bunun pek mümkün olamayacağını söyledi. Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce görüştüklerini ancak yapılan basın toplantısında da söylediği gibi iki partinin de kendi adayıyla devam etme kararı aldığını belirtti. İçeride ise ne konuşulacağını HDP temsilcilerinden izin almadan anlatamayacağını söyledi. Bu sırada ise beni çok sinirlendiren bir tweet ile karşılaştım: 
  • Sayın Kürkçü gerçeklerin yüzüne vurulmasından rahatsız olmuş olacak, nezaket hasebiyle görüşme içeriği hakkında tek bir şey bile söylemeyen Kılıçdaroğlu’na böyle bir saygısızlık yaptı. Gereken cevabı beni block’ladığı için -HDP’liler ile AKP’liler birbirlerine ne kadar da benziyorlar- veremedim, üzgünüm.
  • İç Güvenlik Paketi de HDP’nin teminatı altına girmek üzere bu arada. “Biz görüştük, 16 madde değiştirilecek,” diyorlar. Ne kadar doğru bilemiyorum. İlginç bir süreç ve ilginç haftalar bekliyor bizi.
  • Kadınlar Günü’nde de en çok erkekler konuştu. Biz yine kadınlara ne yapmaları gerektiğini söyledik, onları nasıl koruyacağımızı tartıştık. 8 Mart yine erkeklerin günü oldu. Bu korkunçluktan ise asla kurtulamayacağımızı eşe dosta bir kere daha göstermiş olduk. Yukarıda sizi bir iyi bir de kötü reklamla baş başa bırakıyorum. Hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğu ise size kalmış.

Bu hafta baharın gelişine uygun şeyler izlemenizi, dinlemenizi, okumanızı tavsiye ediyorum. Olabildiğince kaçın şu gündemden, ben kaçamıyorum, siz kaçın. Sevgiler ve yeni haftaya iyi dileklerimle.

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın
Lütfen isminizi buraya yazınız