Yakacık’ta Bir Mezarlık Alemi
Bir şebti köyde âzim-i geşt ü güzâr idim
Ahyâya dûr-geşte vü emvâta câr idim.
Metrük bir mezarlık idi meskenim benim
Yalnızca anda hâk-nişîn-i mezâr idim.
Topraktı her mezâr-ı fakîrâne bî-ruhâm
Fakrımla ben de zâir-i zî-ibtisâr idim.
Cismimle çun alâmet-i makber sükûn-nümâ
Fikrimle lîk muztarib ü bî-karâr idim.
Vahşetle hâzirûn nazar-endâz idi bana
Zîrâ ki içlerinde garîb-üd-diyâr idim.
Etrâf pürdü nâle-yi guûk ü hezâr ile
Lâkin sükût-i mevkie ben gûş-dâr idim!
Giryân idim; fakat gözüm âzâde-yî dümû’
Yoktu lebimde nâle.. fakat nâle-kâr idim!
Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!
Ârîydi gök nümâyiş-i reng-î sehâbtan
Envâr akardı her tarafa mâh-tâbtan.
Samt ü sükûn o mertebe hâkimdi mevkie
Kim muztaribti bende olan ıztırâbtan!
Benzerdi gâh o ses ki gelirdi baîdten
Ol savta kim tahassul eder âsiyâbtan.
Leylin rutûbeti geçerek tâ zemîne dek
Bir bû-yi uhrevî duyulurdu türâbtan!
Dehşet bulurdu dil müteharrik zılâlden
Emvât kaldırırdı serin sanki hâbtan!
Atfeyledim derûna nigâh-i tahassürü
Duydum şu gizli nâleyi kalb-i harâbtan :
“Var mıydı kimse bende olan derde uğramış
Şunda huzûr içinde yatan şeyh ü şâbtan?
Ammâ yine bu derd iledir zevk u lezzetim
Kurtarma ey Hüdâ beni bu iktirâbtan!”
Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!
Bir ucbe ses gelirdi derinden şebîh-i âh!
Vahdet teneffüs eyler idi sanki gâh gâh!
Eşcârdan zemine düşen sâye-yî kesif
Çekmişti pîş-gâhıma bir perde-yî siyâh.
Ol zulmet-i amîka-yı hîçî-nümûdta
Pervâz ederdi dehşet ile tâir-î nigâh.
Ta’mîk ede ede o zalâm-i şedîdeyi
Fikrimde hâsıl oldu biraz nûr-i intibâh.
Bir hayrın olmadan -dedim – eyvâh masdarı
Gitti hevâ yolunda hayâtım, yazık!.. Günâh!..
Kasriyyet-i fiâlimi söylerdi lîk hep
Feryâd edip ayaklarım altında her giyâh!
Kandım bu hikmete – dedim – olmuş demek ezel
Didâr-ı aşk ile mütecellî bana İlâh!
Ömrüm ki yandı âteş-i aşka bu âna dek
Sevda yolunda isterim olsun bütün tebâh.
Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!
Semtin sükûn ü zulmeti artardı dem-be-dem
Gûyâ çekerdi ka’rına doğru bizi adem!
Dehşetle doldu hâne-yi kalbim fakat yine
Asla hayâl ü hâtırıma gelmedi nedem.
Nâ-geh tecessüm eyledi karşımda bir vücûd
Bir kahramân-ı işve, mehâbetli bir sanemi
Emvâc-ı nûr vâri vücûd-i lâtifini
Örterdi nîm sütre-yi beyzâsı ham-be-ham
Müdhişti gözleri, deheni lerze-dâr-ı hışm
Giysûsu târumâr idi, ebrûları be-hem.
Nûr-ı nigâhı berk-i belâdan nişân idi
Seyyîr bir alevdi lebinden çıkan sitem!
Ref eyleyip hevâya tehevvürle bir elin
Takrîb ederdi nezdime kendin kadem kadem.
Ettim kıyâm düşmek içün pây-i kahrına Eyvâh!..
Uçtugitti o nûr-î semâ-harem.
Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dîde-yi giryâne ağladım!
Daldım yine zeminine deryâ-yı fikretin
Oldum duçâr-ı hevli nehengân-ı mihnetin.
Yâ Rab! -dedim- tükendi hayâtım o bitmedi
Pâyânı yok mu derd ü belâ-yî muhabbetin?
Âzâdî-yi dili bana rûzî mi kılmadın
Her dem esiri olmadayım ben bir âfetin?
Gönlümde olmasa karasevdâ-yı çeşm-i yâr
Neydi işim içinde şu deryâ-yı zulmetin?
Tebdîl-i ayş, nakl-i mekân, hepsi bî-eser
Yok mu Hüdâ cihanda devâsı bu illetin?
Yok çünki pençesinden ümîd-i halâs-ı dil
Ver bâri rahm kalbine ol bî-mürüvvetin.
Bir kerrecik daha görün ey nûr-i çeşm-i cân!
Öldürdü hasretin beni, öldürdü hasretin!
Hayfâ! Diriğ!.. Yollu bir âvâze duydum âh
Hâlim dokundu gönlüne sahrâ-yi vahşetin!
Andım o bî-vefâyı garîbâne ağladım
Geldi hayâli dide-yi giryâne ağladım!
Recaizade M. Ekrem (Zemzeme III)
Recaizade Mahmut Ekrem, 1 Mart 1847 yılında, İstanbul’da ailesine ait bir yalıda dünyaya gelmiştir. Namık Kemal’le tanıştıktan sonra Tasvir-i Efkar’da ki yazılarıyla basın hayatına girmiş, Namık Kemal’in Fransa’ya giderken gazeteyi Recaizade’ye bırakmasıyla birlikte bir süre gazeteci olarak hizmet vermiş bulunmaktadır. Bir süre politik yazılar yazdığı ve Namık Kemal’in İstanbul’a dönüşüyle birlikte politik çizgisinden ayrıldığını görmekteyiz. Devlet memurluklarında da görev yapan Recaizade’nin Evkaf ve Maarif nazırlıklarında bulunmuştur. Özellikle Mekteb-i Mülkiye ve Galatasaray Sultanisi’ndeki öğretmenliği de öğrencileri üzerinde büyük bir etki bırakmıştır.
Recaizade Mahmut Ekrem’de aktif bulunan Tanzimat ruhu silinmeye; içe dönük ve pasif bir ruh hali başlar. Recaizade’nin santamentalizmi , Servet-i Fünun’cuların melankolisine zemin hazırlar.
Recaizade’nin en popüler şiirlerinden Yakacık’ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Alemi’nde duygu değişimlerini sıklıkla görürüz. Çocuklarının ölümü, onu ağlamaklı hale sokmuş, teessür edebiyatı yapmaya mahkum kılmıştır.
Andım o bi-vefayı garibane ağladım
Geldi hayali dide-i giryane ağladım
beyti, “ağlamak” kelimesinin şiirin temasını oluşturduğunu, hissiyatından parçalar bulduğumuzu açıkça görüyoruz.
Eski Türk Edebiyatındaki önemli şairlerimizden olan Fuzuli, aşk duygusunda ızdırap çeken – hatta ızdırap şairi olarak da tanınan- şiirler vücuda getirmişti. Divan şiirinin etkisinin yanı sıra Fransız romantiklerinin de etkisiyle yeni bir şekilde biçimler veren; ızdıraptan zevk duygusu almayı yeğleyen bir edebi malzeme haline getiriyor:
Amma yine bu derd iledir zevk ü lezzetim
Kurtarma ey Huda beni bu iktirabtan
Ömrüm ki yandı ateş-i aşka bu ana dek
Sevda yolunda isterim olsun bütün tebah
beyitleriyle Fuzuli’nin ızdırabı yücelten şiirleri arasındaki ilişkiyi görebiliyoruz. Romantiklerin de şiirdeki tesiri etkilidir. Gece, mezarlık, ay ışığı, yalnızlık, ızdırap ile temaşa romantik edebiyatında sıklıkla kullanılan terimlerdir.
Karanlık bir dış dünya, yaşadığı veya öldüğü kestirilemeyen vefasız bir sevgili ve hikâyemsi bir olay örgüsü söz konusudur. Izdırabın verdiği hükümlülükle mezarlıkta dolaşmaya ve dış dünyayla kalbi arasında gidip gelen anlık duyguları ruhunda yaşatmıştır. Mezarlıkta belirli tasvirler, ruhundaki inanılmaz derecede artan inilti ve sancıyı hisseden Recaizade, ilk üç parçada bu hisseleri şiirine yansıtmıştır. Dördüncü parçada sevgilinin hayaleti göründüğü – yaşayıp yaşamadığı hala soru işareti olarak aklımda- ve onun ayaklarına kapanırken aniden yok olduğunu, sevgilinin yüz ve vücut betimlemesine de değindiğini görebiliyoruz. Beşinci parçada hayat hakkındaki düşüncelerini, aşkın pençesinden kurtulmanın zorluğunu ve tabiatın merhametini anlatır.
Şiirin ilk parçasında meydana gelen hüzün hissiyatı, soyut unsurlarla kavrulmuştur. Bir gece mezarlıkta dolaşır ve mermersiz mezarlar görür. Ölülerin vahşetle baktıklarını ve buna sebep olarak da onlara göre yabancı birisi olduğunu vurgular. Dış dünya ile temasını kurmuştur.
İkinci parçada; ışık akıtan bir ay, değirmen sesine benzeyen ses, uhrevi toprak kokusu, manzaranın üzerine çöken sessizlik, gecenin rutubetinden bahsedilir. Gölgelerin kıpırdamasından korktuğunu, ölülerin başlarını kaldırdığını sanar. Izdırabını ölülerinkinden üstün görür. Derdini hoşuna gider ve Allah’a kendisine bu ızdırabtan kurtarmaması için yalvarır. Sevgilisini düşünür ve ağlar.
Üçüncü parçada; derinlerden bir ah sesi duyar. Vahdet soluk alıp veriyor gibidir. Ağaçlardan düşen yoğun gölge gözlerine perde çeker. Bakışlarının da karanlıkta bir kuş gibi yaşar. Karanlığa derin baktıkça kafasında bir fikir uyanır. Ayaklarının altındaki her ot feryat eder. Şair, ilahın tecelli ettiğini söyler. Ömrünü aşk ateşi ile yandığını ve bundan sonra da ömrünün bu uğurda bitmesini ister.
Dördüncü parçada; karanlık daha da çok artar. Yokluk onu uçuruma çeker, sürükler. Kalbinin dehşetle dolduğu sırada ansızın karşısına bir vücut gelir. Karşısındaki vücudun tasvirini yapar. Ayağına kapanmak için hamle yaptığı sırada vücut yok olur.
Beşinci parçada; düşünce dünyasının zeminine tekrardan dalar. Bir kadının esiri oldu ve kara sevdaya kapıldı. Bunun bir çaresini ararken gönlünü sevgilinin pençesine kaptırır ve kurtuluş ümidi arar, kurtulmanın da imkânsızlaştığını görür.
Şiirde üç basamaklı kompozisyon taslağı görüyoruz:
1- Mezarlıkta dolaşma, üzüntü ve hatırlama,
2- Sevgilinin hayaleti, hayaletin görünmesi ve kaybolması,
3- Hayat ve aşk üzerine düşünme.