Yaşar Kemal: yazar, şair
Yaşar Kemal: gazeteci
Yaşar Kemal: siyasetçi
Yaşar Kemal: öğretmen
Yaşar Kemal: ırgat
Yaşar Kemal: Kemal Sadık Gökçeli.

Van’da başlayan bir hikaye bu. Yokluğun, zorun ve Anadolu’nun şekillendirdiği her hayat hikayesi gibi yorgun ve bir çınar gibi ulu. Bu, Yaşar Kemal’in hikayesi.
1.Dünya Savaşı’nda Van’dan; Rus işgalinden göçen bir Kürt ailenin Çukurova’da Kemal Sadık adıyla doğan oğlu Yaşar Kemal.
4 buçuk yaşındayken babası camide, Van’dan Adana’ya göç yolunda bulup yanlarına aldıkları Yusuf tarafından gözleri önünde öldürülen Yaşar Kemal.
(“Ben dört buçuk yaşındayken, babam camide namaz kılarken onu, Van”dan gelirken ölümden kurtarıp besleyip büyüttüğü Yusuf adındaki oğulluğu yüreğinden bıçakladı. Ben babamın camide namaz kılarken yanındaydım. Hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor diye ağladım. Ardında kekeme oldum.Babamın ölümü de beni çok üzdü. Babamın ölümüne uzun yıllar inanamadım ve onun mezarına hiç gitmedim. Uzun yıllar mezarın yanından bile geçmedim.Öldüğünden dolayı da ona derinden kırıldım, küstüm.”)
Aynı yıllarda bir kaza nedeniyle tek gözünü de kaybeden bir de üstüne konuşma bozukluğu çeken Yaşar Kemal.
Yokluk başlayınca ortaokulu son sınıfta bırakıp çalışmaya başlayan Yaşar Kemal.
Irgatlık, ırgat katipliği, kütüphane müdürlüğü, vekil öğretmenlik, gazetecilik yapan Yaşar Kemal.
Anadolu’yu dolaşıp ağıtlar toplayan sonra bu topladığı ağıtlar zararlı düşünceler içerdiği gerekçesiyle yakılan Yaşar Kemal.

“Gök maviliğinden göndermiyor,
Çocukluk rüyamı aynalar çaldı
İstiyorum geri vermiyor.
Ninnilerin bahçesinden kovuldum
Sabahı kapımın eşiğinde,
Bir bebek gibi ağlar buldum.” diyen Yaşar Kemal. İlle de Yaşar Kemal.

 

1967’de Ararat Yayınları’ndan çıkan Üç Anadolu Efsanesi kitabının kapağında aynen şöyle anlatılır hayatı:
“1922 yılında Adana iline bağlı Osmaniye ilçesinin Hamite köyünde doğdu. Babasının adı Sadık, anasının adı Nigardır. Ailesi Birinci Dünya Savaşında Van Gölünün kıyısından gelip Hamite’ye yerleşmişti.
Beş yaşında iken babasını Camide namaz kılarken vurdular.
Ortaokula kadar okuyabildi. Birçok işlerde çalıştıktan sonra 1951 yılında İstanbula geldi ve Cumhuriyet gazetesinde yazar oldu. 1963 yılına kadar Cumhuriyette çalıştı.
İlk romanı İnce Memed’dir.”

Doğum yılı değişik kaynaklarda 1922, 1923, 1926 olarak geçer. Yazarın asıl yaşı kaçtır bilmem ama Anadolu kadar yaşlıdır. Efsaneleri, ağıtları, türküleri, halk şiirlerini derlerken erişmiştir Anadolu’nun yaşına. O Anadolu’nun, Anadolu O’nun dengidir.

Yaşar Kemal, edebiyata şiirle başladı. Çocuk yaşlarda saz çaldı, şiir yazdı. Anası onun bir aşık olup dağ bayır gezeceğinden korktuğundan saza şiire düşman olmuş anlattığına göre. Bu yüzden iyi saz çalmayı beceremedi ama bu onu caydıramadı. Köy köy gezip halk şiirleri, folklorik zenginlikler ve ağıtlar derlemeye başladı. İlk kitabı Ağıtlar’ı 1943 yılında, 20 yaşına bile değmeden böyle yayınladı. 20 yaşına bile değmeden başına gelen basılmış bir eser sahibi olmak değildi sadece. Siyasi nedenlerle 17 yaşındayken ilk kez tutuklandı. 1951 yılına kadar tutukluluk, askerlik, çeltik tarlasında kontrolörlük, arzuhalcilik ve yine tutuklulukla geçti. 1951’de hapisten çıkınca İstanbul’a geldi. İstanbul’da artık Cumhuriyet Gazetesi’nde yazan genç bir gazeteciydi. Şimdiye kadar çeşitli dergilerde yayınladığı hikayelerde Kemal Sadık Gökçeli iken artık yazılarını Yaşar Kemal olarak yazmaya başladı.

Yazdıklarında hep biraz kendisi de vardı. İnce Memed’te dağda vurulan eşkiya amcaoğlu vardı. Yağmurcuk Kuşu’nda Van’dan Adana’ya göçen ve burada Tehcir’den artakalan evlere yerleşmeleri istenen, ancak bunu kabul etmeyip kurak Hamite Köyü’nü yurt tutan ailede çocukluğu; göç sırasında sahiplenilen Salman tarafından babası öldürülen Mustafa’da oğulluğu vardı.

“Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler:
Bir de senden dileğim, oğlu, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz.
Yuva bozanın yuvası olmaz.
Zulüm tarlasında zulüm biter”
Yağmurcuk Kuşu

Yıl 1951 iken, Van’da Ahtamar kilisesi yüzyıllardır ayakta duruyorken, hükümet çevredeki birçok antik Ermeni anıtı ile Ahtamar’ı yıkma kararı almışken Yaşar Kemal hem yazar hem gazeteciydi. Çabalarıyla yıkım kararı durduruldu. Bugün işte, bir müze olan Ahtamar’da her yıl ayin yapılıyorsa, bugün hala Van Denizi’nin avcunda geçmişten uzanan bir el varsa bu Yaşar Kemal’den…

Yazdı Yaşar Kemal. Yazdı yazdı ceza aldı. Sonra yazda yazdı ödül aldı. Yazdıkları dünya dillerine çevrildi. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucularından da oldu Türkiye İşçi Partisi üyelerinden de. Anası, Yaşar Kemal’in dul anası çok yakındı “Sen okudun yazdın kaleminden kanlar damlar. Herkes diyor ki, senin oğlun gibi akıllısı yok amma, Allah bir kere onu şaşırtmış. Dinsiz olmuş, hükümete karşı gelmiş…” diye diye; “Herkes sana kötü gözle baksın, dinsiz imansız desin… Urus olmuş desin, Urusla konuşuyor hergün dağa çıkıp desinler. Buna dayanamıyorum… Yalan, yalan, yalancılar” diye diye yakındı oğluna. Ama oğul oğuldu, oğul Yaşar Kemal’di.

Eserlerinde Anadolu’nun efsaneleri, halkların kültürel, edebi, manevi zenginlikleri, göçleri; göçüşleri, isyanları, eşkiyalıkları, fakirlikleri, beyleri, ağaları, ırgatları, garipleri, başroldeydi. Başrolun adı kimi zaman Memed oldu, kimi zaman Karacoğlan. Köroğlu, Ahmed, Abbas, Taşbaş, Mustafa, Salman… Herbiri Yaşar Kemal’in Anadolusu idi. Herbiri biraz Yaşar Kemal’di. Onların yörelerince konuştu, onların dilince küfretti, onların gözünce tasfirledi.

Romanları film, şiirleri şarkı oldu. Merhaba’sı ve Ulaş’ı Zülfü Livaneli’nin şarkıları oldu. Şiirlerini “Bugünlerde Bahar İndi”de topladı.

Bir eş düşünün. Şöyle 50 yıllık. Yazarsınız ve yazdıklarınızı İngilizce’ye çevirir. Dünyada Yaşar Kemal’den haberi olur insanların çeviriler sayesinde. O eş Tilda idi.
Matilda adı ile doğmuş Yahudi bir paşa kızıydı Tilda. 2.Abdülhamid’in baştabibi Jak Mandil Efendi’nin torunuydu. Yaşar Kemal ile 50 yıl evli kalmış, O’nun eli ayağı olmuştu ki 2001’de göçtü gitti.

ille de yaşar kemal

Tilda’nın Ardından

“Tilda benim arkadaşımdı, dostumdu. Kardeşimdi, kardeşten de öte bir şeyimdi. Edebiyat konuşurduk, siyaset, felsefe… Biz 50 yılı böyle geçirdik. Konuşarak.”
“Bir yanım gitti benim. Üç ay kadar nefes alamadığımı hissettim. Boğazıma gelip tıkanıyordu nefesim. İnsanın en yakınının, 50 yıllık arkadaşının ölmesi öylesine bir acı ki, yalnız yazmak değil nasıl yaşarım diye de düşünüyor insan. Sanki şimdiye kadar hep beraber yazıyormuşuz gibi. Ama Tilda her şeyi öylesine düzenlemiş ki, bu duruma düşeceğimi biliyormuş gibi. Elimi attığım yerde aradığımı buluyorum. Geçenlerde bulmama imkan olmayan bir şey arıyordum. Baktım ki kağıtların arkasına ne olduğunu, neyi nerede bulabileceğimi yazmış.”
“Evlilik” uygarlığın uydurduğu bir meseleydi ve esas olan hayat içinde yaşamak dediğimiz bütün o şeyler olup biterken, senin gördüğünü gören biriyle “sıra arkadaşı” olmaktı. Yoksa 50 yıl ne konuşur insan “karısıyla”, “kocasıyla”? “Belediye başkanının verdiği yetkiyle” bir memur sizin beraber yatıp, üremenize izin verdi diye… Ama sıra arkadaşı… Sıra arkadaşı insanın, önünde durmaz, arkasında da. Yanında durur. Böyle, yan yana durur işte. Siz yan yana dururken başınızdan olaylar geçer. Hayat denen sıkıcı dersi bir aralık kollarsın hep “gördü mü?” demek için.
Mesela sıra dayağına çeker sizi hayat. “Acıdı mı?” dersin. Acıyan yerlerini gösterirsin birbirine. Geçince ya da geçti sanınca, “gördün mü?” dersin. “Bak geçti”.
Yokluklarda, yoksunluklarda yoklama yapacağı tutar hayatın. “Eksik” yazılmasın diye o, atarsın kendini ortaya. Yalanlar, masallar, hikayeler; oyalarsın zamanı. Ne yapar yapar “eksik” dedirtmezsin sıra arkadaşın için. Sonra bir aralık bulup yine:
“Gördün mü?” dersin, “iki kişi olunca nasıl idare ediyoruz birbirimizi”.
Herkeslerden gizli, hınzır şeyler yaparsın birlikte. “Düşersin” diye çıkarmadıkları yükseklere çıkıp, “boğulursun” diye göndermedikleri dehlizlere dalarsın birlikte. Maceraların arasından parmaklarınız uçuşur güzel ve tuhaf şeyleri işaret etmek için: “Gördün mü?” dersin, “Görecek daha çok şey buluyoruz iki kişiyken”.
Gün gelir, bir rüya görünce bile “gördün mü?” dersin. Çünkü iki kişilik yıllanmış uykularda akıllar bile ılıyıp karışır birbirine.
Bazen başkalarına gönlü kayabilir bile insanın, başka “sıralara”. Hayat uzun ya! Ama o başkalarına “gördün mü?” diyemeyeceğini anladığın anda… Sıraya dönüp yine:
“Gördün mü?” dersin, “Her şey bizim iki kişilik evrenimiz içinde olup bitiyor aslında. Olup bitiyor! İçinde!”
Ama sıra arkadaşı gidince… “Hayat sürüyor” diyorsun ha? Hadi ya?!”

Tida’nın ardından söylediği en uzun şey de mezarı başında söylediğiydi: “Biz namuslu yaşadık Tilda. İyi insanlar olduk.”

Tilda’dan 1 yıl sonra da Ayşe Baban ile evlendi Yaşar Kemal. Buna “Bak şimdi..” diye kızmak gelmiyor içimden. Bu evlilik Nazım’ın sadakatsiz aşkları gibi değil. Zira bu muhtemelen Yaşar Kemal’in 50 yılın boşluğuna dayanamayışı. Düşünün bir kere otobüste yanınıza oturan biri inmek için kalktığında üşümüyor musunuz? Bir otobüs yolculuğu süresince üstelik hiç tanımadığı birinin sıcağına alışıyor insan. 50 yıllık bir eşin yokluğu üşütmez mi insanı?

ille de yaşar kemal

 

“O güzel insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.” demişti. Korkarız şimdi bir güzel atla göndermeye Yaşar Kemal’i. Tek gözlü, kekeme, yetim çocuğun Anadolusu yetim kalır üzülürüz.

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın
Lütfen isminizi buraya yazınız