BİR KÜÇÜK AŞK HİKAYESİ

0

İzmirde aşık oldum. Bu kaçıncı aşık oluşumdu kendikendime bilmem ama, güzellerindendi. Armağanla Alsancak’ta yürürken duraktaki dişi bir kadın aramızda henüz 15-20 adım olmasına rağmen ellerini iki yana açıp kızgınca bağırarak üzerimize yürümeye başladı. Çok sinirliydi, çok asiydi,çok deliydi, çok bencildi ve çok seksiydi. Aslında tek kelimeyle ateşliydi. Yanımıza yaklaştığında derdini yeni anlayabildik. Onu anlamak zordu. Çünkü Gazi Kadınlar’daki Mavi Jeans’i sormak için…

” Hani böyle insanların çok kalabalık olduğu denize yakın merkezi biryerde böyle çıkınca denizi gördüğün hani o yer var ya. İşte oraya gitmem lazım benim ya. Lanet olsun sabahtan beri İzmir’de yol soruyorum. Kimse bilmiyor, saatlerdir yürüyorum, kafayı yiyeceğim”  tadında cümleler kuruyordu. Çok sonraları tam olarak nereyi aradığını anlayabildim.
Normalde böylesi cümleler bende aptallık hissiyatı uyandırır. Belli bir amacı olan diyalogların daha verimli olması gerektiği kanaatindeyimdir. Konuşmayı becerememek bence zeka yetersizliği göstergesidir. Ama Rüya öyle değildi. Onun bu aptallığına en yakışan sıfat tatlılıktı. Sahiden çok tatlıydı. Adı Rüya idi.
Ona İzmir’i bilmediğimi, ama tahminimce bizim de gitmek istediğimiz yerde olduğunu, isterse internetten yardım alarak yerini bulabileceğimi söyledim. Öyle de yapmaya koyuldum. Ama tüm bunlardan önce “Çok sinirlisin” dedim.  “Çok sinirliyim” dedi. “Sinirli hatunları oldum olası seksi bulmuşumdur” dedim içimden. Daha fazla sempatik ve seksi bulmamak için onu yatıştırıcı cümleler kurdum birkaç tane. Ama ne fayda, yeteri kadar tatlı ve seksiydi. Aşık olmaya yetti.
Sonra yürümeye koyulduk. Aradığı yeri bilmeme rağmen onunla biryer arıyor olmak hoşuma gidiyordu. Armağanın çişi vardı. Ama aşık olduğumu anladığı için çok ses etmedi. Üçümüz Alsancağın içinde yürüyorduk. Ben Rüya adına insanlara adres soruyordum. İzmir insanı sahiden sinir bozucu bir genişliğe sahipti. Benim bile bildiğim, onlarınsa yaşadığı ve hergün geçtikleri yerleri bilmiyorlardı. Bir ara sokakta yürürken Rüya birden zıpladı. İki yavru köpekten korktu ama aslında onları kedi sanmıştı. Çünkü köpeklerden değil kedilerden korkuyordu. Garip bir kadındı. Yürürken bir taraftan söyleniyordu. Çok güzel sinirleniyordu. Mavi mağazalarının ege bölge görsel sorumlusuydu. Vitrindeki mankenlerin boyunlarına şal bağlayarak hayatını kazanıyordu. Bu meslekte olanlar iki ila dört-beş bin lira arasında para kazanıyordu. Kendisinin ne kadar kazandığını ise söylemedi.
Adı Rüya’ydı. Güzel bir kadın mıydı bilmem ama hoşuma gitmişti.Belki güzel ya da seksi değildi. Ateşliydi. Yürürken bir taraftan da bize Marlboro Light sigarasından ikram etti. Biz o gelene kadar amaçsızca dolaşıyorduk ve o gelip bize amaç verdi. Artık Mavi mağazasını bulmak gibi bir görevimiz vardı. Ve o an tüm varoluşumuzla, tüm sakinliğimizle ve tüm şapkalı-çantalı erkekliklerimizle ona eşlik ediyorduk. Bir taraftan da Armağan işeyebileceği yerler bakınıyordu. Ayrıca ben çok açtım ve yemek yiyecek bir yer bakınıyordum. Ama duramazdık çünkü önce Rüya’nın mutluluğunu izlemeliydim. Çünkü mesai saati bitmesine rağmen henüz işini halledememiş olduğu için kızgındı. A, b ve c sınıfı mağazalar varmış. Bizimkisi ise a sınıfı bir mağazaydı. Yolda insanlara komik şekilde yol sormam hoşuna gitmişti. Hoşuna gitmesi hoşuma gitti.
Kıbrıs Şehitleri’nde yürürken yerde 1 lira bozuk para gördüm. Yanımda aşık olduğum kadın olduğu için eğilip almaya utandım. Halbuki almayı çok istiyordum. Parayı birkaç adım geçmiş olmamıza ve parayla aramıza birkaç saniyede birsürü insan girmiş olmasına rağmen kadınım ani bir manevrayla geri dönüp insanların arasından kaplan çevikliğiyle geçip eğilip o parayı aldı. İşte dedim Aytekin, işte aradığın hatun! Tam daha fazla aşık olmaya hazırlanıyordum ve “İyiki o parayı aldın ” cümlesini kurmuştum ki, manyak karı parayı bir esnafın tabelasının üstüne bırakıp yine aynı çeviklikle yanıma geldi. Bu harekete anlam veremeyen bakışlarıma maruz kalmış olacak ki, ” Atatürk asla yerde olamaz ” dedi. O an yıkılmıştım çünkü sevdiğim kadın bir putperestti. “Ama bu putperestlik !” dedim. Sanki ben hiçbir şey söylememişçesine ” Evimi görsen heryer Atatürk ile doludur” dedi. Bense onun sıkı kemalistliğine üzülmeyi bırakıp, beni üstü kapalı olarak evine davet etmiş olabileceğini düşünüp ideolojimi ve felsefemi bir kenara bırakıp daha çirkin hesapların peşine düştüm. Acaba birgün Atatürk ikonlarıyla bezeli evindeki tek renk (muhtemelen turkuazdan koyu bir mavi) olan yatak örtüsünü görebilecek miydim?
Yine de tüm putperestliğine rağmen o koşuşturmacanın içinde sahip olduğu değerleri koruma refleksine ve kendince duyarlılığına saygı duydum ve bu kısa olayı da onu sevmek yolunda bir malzeme olarak kullanabildim. Kafamda ise şu iki kelime yankılanıyordu : ‘evimi görsen! evimi görsen! evimi görsen!….’
Adı Rüya’ydı. Bunu vedalaşırken öğrendim. Sonunda aradığı yeri buldu ve sahiden gözlerindeki parıltı ve suratındaki bize(bana) borçluluk ve müteşekkirlik ifadesi benim açlığımı, Armağan’ın ise çişini bastırma savaşına değdi. ( Benim her daim çişim olduğu için , bastırdığım çişim haber değeri taşımıyor dostlar)
Beni evine davet etmiş olma ihtimalinin, onu aradığı yere ulaştıran kahraman olmuş olmamın ve cuma günü Kuşadası’nda eğer istersek bize rehberlik edebileceğini söylemiş olmasının vermiş olduğu cesaretle vedalaşırken telefonunu istedim. Oysa hiç ben öyle birşey dememişim gibi, cuma günü öğle arasında Kuşadası Mavi Jeans’a gelirsem eğer onu orada bulabileceğimi söyledi. Beynimden vurulmuş olmalıyım ki bir kaç on saniyedir elini hem sıkıp hem de salladığımı çok sonra farkettim. Peki öyleyse deyip elini bıraktım ve yürümeye devam ettik.
Belki de zor kadını oynuyordu ve onu kazanabilmem için önce hak etmem gerekiyordu. Öyle ya ancak o şekilde gerçek bir aşk hikayesi başlayabilirdi.
….
İstanbuldan Sakarya’ya internette tanıştığım bir hatunla otostop çekerek gitmiştim. Oradan da Armağanla önce Çanakkale’ye, ordan da İzmir’e yine uzun ve yorucu bir otostop yolculuğuyla gelmiştik. Armağan ertesi akşam dönecekti. Ayrıca günlerdir annem ve ablamı yalnız bırakmıştım. Arkadaşıma ve aileme zaman ayırmalıydım. O şartlar altında aşkımın peşinden daha fazla koşamazdım. Bu birkaç dakikalık hikaye de diğerlerinin arasına karışıp, yitip gidecekti.
….
Ablam ve annem de gelince Kordon’da Şirince’den aldığımız düşük alkollü meyve şarabımızı içtik. O sırada Berkin Elvan için düzenlenmiş anma yürüyüşünü gördük ve hayatımda ilk kez annemle birlikte bir kortejde yürüme şerefine nail oldum. Sevinç pastanesinin önünde bizimkilerden birkaç heyecanlı romantik genç caddeye ve evlere doğru havai fişek atınca polis saldırı hazırlığına geçti. Ben de hemen annemi kollarımın altına alıp koşar adım güvenli gördüğüm cafelere doğru götürdüm. Ya anneme birşey olsaydı ?! Sol hareket bunu nasıl olur da düşünemezdi. Çok sinirlenmiştim. O hengamede ablam da kayboldu. Tam o sırada onu gördüm. Çatışmaların ortasında herşeyden bihaber şekilde melek gibi sakince yürüyordu Rüya’m. Adının hakkını sahiden veriyordu her adımında. Rüya gibi hatundu. O an ne polisleri, ne Berkin’i, ne kayıp ablamı düşünebiliyordum. Bir r&b klibi gibi arkasında havai fişekler patlarken ayakları yere basmadan yürüyen Aydınlı kemalist bir melek düşünün. Önce o sevinçle selam verdi. Sonra ben. Bir an için eyleme katıldığını düşünüp sevinmiştim ama yine sevincimi kursağımda bıraktı. “Bu yürüyüşlerden ne anlıyorsunuz allahaşkına” diye çıkıştı bana. “Ama Berkin !?” diyebildim ancak. Bi önemi yoktu zaten dediklerimin ve diyeceklerimin. O beni dinlemez bakışlarla bakıyordu. Bu nasıl keskin bir boşvermişlik ve kendine güvenmeydi. Belki de derin bir hüznün içinde bencilce erdemini pekiştiriyordu. Onun bencilliklerine kızma kabiliyetine sahip değildim. Vahşi bir yaban köpeği gibi güzel bir özgürlük havası vardı. Annemi takdim ettim. Elini öptü. İlk kez bir hatun annemin elini öpebilme şerefine nail oldu. Şarap içerken anneme ve ablama gün içinde bana yol soran birine aşık olduğumu anlatmıştım. Ama annem o an Rüya’nın o kadın olduğunun farkında değildi. Ben yine bir iki küçük espri yapıp, cuma Kuşadası’na gelme ihtimalim olduğunu hatırlattım. İşten çıktıktan sonra ne yapacağını sorduğumda arkadaşının onu kaldığı otele bırakacağını söyledi. Bir ihtimal onunla vakit geçiririm umuduyla o saatte trafiğin olabileceğini ve metroyla gitmesinin daha akıllıca olabileceğini söyledim. O ise oralı olmadı. Vedalaştık ve gitti. Daha sonra ablam geldi ve hatunu göremediği için üzüldü. Bir müddet dalgasını tutmaya devam ettik ve bu şapşik aşk hikayesi Alsancak kaldırımlarına sıkışıp kaldı. O şartlar altında tek yapabildiğim gidip Mavi’nin kötü bir fotoğrafını çekmek oldu. Yarım kalmış aşk hikayelerim arşivine koyacaktım.
Bugün cuma. Ve Kuşadası’nda değilim. Yarın da orada olacak ama galiba yine gitmeyeceğim. Armağan dün gece gitti ama hala ailemle vakit geçirmek durumundayım. Çünkü iki gün sonra tekrardan son durağı Amed olan uzun bir otostop yolculuğuna çıkacağım O yüzden bu az vaktimi aileme ayırdım.
Şimdi tüm bunların sonunda söylemek istediğim bir çift lafım var siz dostlarıma. Öncelikle yazdığım kadar yoğun bir aşk yaşamadığımı söylemek zorundayım. Belki aranızdan bazı romantik arkadaşların yüzünü gülümseten ve onları pembe diyarlara götüren yukarıdaki satırlar bir anlamda yalandı diyebilirim. Bu yüzden özür dilerim. Ama kendimi kötü hissetmiyorum çünkü gerçekten aşık oldum. Çünkü zaten aşk böyle birşeydir. Çok tatlı bir duygu ve güzel bir hikayedir. Bu yüzden abartılmayı hak eder. Ama kutsal değildir. Çünkü evet yukarıda da yazdığım gibi önce seksi ya da tatlı bulursun ki bu da ilkel bir ihtiyaç, çocukça bir arzudur. Daha da önemlisi nesnesi sabit değildir. Değişkendir ve eşzamanlıdır. Bir çeşit açlık-ihtiyaç giderimidir. Ve bu haliyle çok kıymetli, saygı duyulası, uğruna fedakarlıklar yapılası ve samimidir. Aşkın tekelleştirilmemesi gerekir. Mülkiyet bilinciyle hareket edilmemesi lazım gelecek kadar kıymetli ve özgür bir üstün hissiyattır. Özgün bir hissiyattır çünkü bir önceki bir sonrakini tutmaz. Yaşadığını hissetmenin en güzel yollarından biridir. Varlığını meşrulaştırmanın en sanatkarane yollarından biridir. İnsanın kendini törpülemesine yardımcı olan kuvvetli bir yoğunluktur. Aşk güzeldir. Uğruna kendimize ve var olan herşeye yalan söylemeye değecek kadar güzeldir. Refleksif ve karşılıksızdır ki bu da aşkı temiz kılar. Ve aynı zamanda tehlikelidir çünkü insanı bencil olmaya iter. Kirlidir çünkü hem pragmatizm hem de rekabete yatkındır. Eminim ki çoğunuz kızacaktır yazdıklarıma, çünkü böylesi bir insan size göre kalpsiz, hiç aşık olmamış, aşkı anlamamış, hormonlarının esiri, yürek yoksunu ve daha başka kötü sıfatlara haizdir. Oysa ki ben öyle değilim. Bence. Zannımca benimkisi sonunda mağlubiyetin mutlak olduğu bir şeffaflık savaşıdır. Çünkü hayat ancak yalanlarla ve manipülasyonlarla sorunsuz şekilde devam edebilir. Belki de haksız çıkacağım. Her zaman olduğum, her yeni zamansallık ve mekansallıkta hepimizin olduğu gibi. Belki de varoluş üstü gerçekler vardır ve onlara ulaşacağızdır. Bunu zaman gösterecek.

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın
Lütfen isminizi buraya yazınız