ÖLDÜREN SEVGİ

0

Kapıyı açtıkları gibi Mirza, Handan’ın dudaklarına yapıştı. Eve kadar kendisini zor zapt etmiş, takside de Handan’ın kalçalarını biraz okşamıştı. Şimdi ise hiçbir engel yoktu önünde ve o da bunu hemen içeri girdiği gibi değerlendirmeye başlamıştı. Aslında dışardaki tek engel de ahlaktı. Savaş’ı hoşgörüyle karşılayan bir toplum, Seviş’meyi gayet ahlaksızca görüp tepkilerini esirgemiyordu. Halbuki ikisi arasındaki tek fark birinde kalın ünlü harfler yer alırken, diğerinde ise ince ünlü harfler yer alıyordu. Sokaklarda savaşın yerine, sevişmenin olduğu bir dünya düşünürsek; kanın rengini, bir yerimizi kesmediğimiz sürece görmeyeceğimize bahse girebilirim. Mirza ve Handan dışarda içtikleri şarabın etkisiyle de kafayı bulmuş, şu anda sadece duygularının kontrolündeki birer et yığını halindeydiler. Hemen Handanı duvara yaslayıp eteğini yukarı çekti. Handan’ın bembeyaz teni antreyi aydınlatan tek ışık kaynağıydı. Mirza hemen pantolonunu indirdiği gibi aradaki tek engel olan bez parçasını da yırtarak, içine girmeye başladı. Ateşli ve aşk dolu bu birleşme, arzuları doğrultusunda kısa sürdü. Mirza, Handan’ı kucağına alıp yatağa geçti. İkisi de soyunduktan sonra, Handan bir ay parçası gibi yatakta uzanıyordu. Mirza yeni bir kıtayı keşfetmek üzere olan bir gezgin gibi ürkek ve heyecanlı bir şekilde Handan’ın tenini okşuyor, annesinden süt emen çocuk masumluğuyla Handan’ın memelerini emiyordu. Nü sanatına soyunmuş birer manken gibiydiler. Birazdan Handan çığlıklarıyla, Mirza ise dölleriyle yeni bir sanatın temelini atacaklardı. Handan’ın çığlıkları, Rodrigo’nun gitar konçertosuna kafa tutacak nitelikteydi. Mirza temposunu Handan’ın çığlıklarına göre ayarlıyor, sevişmeye yeni bir boyut kazandırıyorlardı. İkisi aynı anda doruğa çıktı. Mirza, Handan’ın üzerine yıkıldı. O şekilde uyuya kaldılar. İkisi de yatakta mutluluktan ölmüş gibi yatıyorlardı. Gece üstlerini örten tek şeydi. Sabah uyandıklarında bakışları mutluluk saçıyordu. Penceresi güneşle tanışmayan Mirza’nın, güneş bu sabah yatağında doğmuştu. Kahvaltılarını yaptılar. Handan yurduna döndü, Mirza ise kitaplarına gömüldü. Handan okulların kapanmasından dolayı memlekete dönmüştü. Mirza ise eve dönmeyip İstanbul’da kalıp hem daha rahat öykü yazabiliyor, hem de istediği yaşamı yaşayabiliyordu. Mirza hayatının geri kalanını kitaplarına veren, onlarla yatıp onlarla kalkan, ölmeden önce yaşadığına kanıt olacak bir şey bırakma çabasında olan bir gençti. Bir babada olması gereken hiçbir özelliği taşımayan bir erkekti. Bu sebeple kendisi evliliği hiç düşünmemişti. İngiltere de olsaydı belki de bir kadın yerine, kitaplarla evlenebilirdi. Tıpkı orda yaşayan bir kadının, erkeklerle evlenmeyip, bir ağaçla evlenmesi gibi. Dört kadının helal kılındığı bir toplumda bir kadınla bile evlenmeden kitaplarla evlenmesi, sahra çölünde karpuz yetiştirmeye çalışan birinin durumu kadar abes görünürdü. Handanla son görüşmesinin üzerinden iki buçuk ay kadar bir zaman geçmişti. Mirza o zaman diliminde yeni öyküler yazmış, okuduğu kitaplardan dolayı kendini insanlardan dışlamış, daha pesimist, daha buhran dolu bir yaşam sürdürmeye başlamıştı. Yazarları hep katil olarak nitelendirirdi. Çünkü okuduğu her kitap onda bir insan öldürüyordu. Başucunda belli başlı kitaplar bulunurdu. Kitapları hiçbir zaman tek bir kitaplığa sığdırmaya çalışmaz, onları ruhlarına göre dizayn edip dizerdi. Kitaplığı parça parçaydı. Tek tip olmaya karşıydı. Bunu da hayatın her alanında göstermeye çalışıyordu. Evden çıkmaz, çıktığı zaman da sahafları dolaşırdı. Parası olduğu sürece içerdi. Parasız kalınca da kitap satardı. Kitap onu hem yaşatıyor, hem de öldürüyordu. Okuduğu her kitabın kahramanı rolünü alıyordu. Bu da hayatını hep olumsuz etkiliyordu. Selim Işık’tan sonra her rahatsızlığına kanser teşhisi koymaya başlamıştı. Kayra’dan sonra beyin ölümünü gerçekleştireceği günü bekliyordu, belki de bunun için yazıyordu sık sık. Mehmet Rauf’tan sonra önünde geçtiği her resme dikkatli bakıp, o kadının karşısına çıkmasını bekliyordu. Aşk onun için kitaplarda güzeldi bunu hayatına tam yansıtamamıştı. En uzun birlikteliği Handan olmuştu. Handan’da ne bulduğunu hep düşünüyordu. Neden onca kadına rağmen onunlayım? Cevabın çok basit olduğu aşikardı. Handan’ın yanında kendini özgür hissediyordu. Doğaldı. Handan onun bu doğal halini seviyordu. Elle yemek yer, şarap şişesini kafasına çeker, Handan’ın yanında sümkürür, bazen Handan’ın burnu akınca da kendisi burnunu temizlerdi. Handan’la birlikteliğinin bu kadar uzun sürmesinin sebebinin ne olduğunu anlıyordu. Şarabın ve düşüncelerinin etkisiyle, masadaki kağıt kalemin yardımıyla bir şiir yazdı;

Hiçtik
Sonra içtik
İçip seviştik
İki hiçtik
Üçü ektik
Dokuz ay sonra biçtik.
Nadir de olsa şiir yazardı. Bu da onlardan biri oldu. Yatağına geçti. Başucundaki kitapları tek tek eline alıp kokladı. Onu yatıran şey kitap kokusuydu. Bazen de kitapları yatağın etrafına ve üzerine serer öyle uyurdu. Kitaplar onu her türlü kötülükten koruyordu. En çok da insanlardan. Kitaplardan fosforlu kalemlerle çizdiği birkaç alıntıyı okuduktan sonra gönül rahatlığıyla uyuyabildi. Deliksiz bir uykuydu. Ta ki sabah kapının çalmasına dek.
Kapının sert bir şekilde çalınmasıyla gözünü açtı. Gelen Handan idi. Gözleri yarı açık şekilde içeri davet etti onu. İçeri girer girmez Mirza’yı öpmeye başladı. Mirza uykunun verdiği sersemlikle çok karşılık veremese de dudaklarını nemlendirecek kadar öpmüştü Handanı. Handan karmaşık bir ruh hali içinde salona geçti. Kitaplara dokunup koklamaya başladı. Mirza sırtını salondaki kolona yaslamış yarı açık gözleriyle Handan’ı izliyordu. Handan’ın kitapları bu denli yaşamasını gördükten sonra neden onunla olduğunu bir kez daha anlamıştı. Handan karmaşık bir ruh hali içindeydi. Mirza bunu uykulu haliyle anlayamadı. Normalde insanları iyi gözetleyen ve bu gözetleme neticesinde sonuçlara varan biriydi Mirza. Handan yatağa oturup Mirza’ya söyleyeceği kelimelerin cümle olmuş halini, kendi içinde prova ediyordu. Sevinsin mi üzülsün mü o da bilmiyordu. Mirza’ya dönüp, söyleyeceklerini o an söylemese sanki unutacak bir şekilde Mirza’ya hamile olduğunu söyledi. Aniden söylenilen bu kelime Mirza’nın kapalı duran gözlerinin fal taşı gibi açılmasına sebep olmuştu. Mirza ne diyeceğini bilemez halde yatağa düştü. Handan, Mirza’nın halini görünce, sırasını bekleyen kelimelerin kuracağı cümleyi sezmişti. Mirza’nın yanına sokulup onu öpmeye başladı. Mirza evlenilecek bir tip değildi, Handan bunu çok iyi biliyordu. Handan’ın öpücükleri karşılıksız kalınca Handan çekildi. Mirza’ya dönüp;
– Düşünsene senden ve benden olacak bir canlı.
Mirza suskun, Mirza şaşkın. Handan’ın söylediklerini duyduğunu söylemek bile yalan olurdu. Bilinçsiz bir şekilde başucunda duran sigara ve kibriti alıp bir sigara yaktı. Handan onun bu donuk halini görünce tekrar yineledi sözünü.
– Düşünsene senden ve benden olacak bir canlı.
Mirza ona dönerek;
+ İstemiyorum dedi.
Sanki tedavülden kalkacak son istemiyorum kelimesi ve onu da Mirza kullanıyordu.
Handan şaşkın, Handan perişan. Gözleri dolmuş bir şekilde;
– Ben bunu dünyaya getirmek istiyorum. O bizim çocuğumuz.
+ Hayır getirmeyeceksin. Bizim çocuğumuz evet. Ve bizim çocuğumuzu biri öldürecekse o da biz olmalıyız. Dünyaya diğer insanların yaşarken öldüreceği bir çocuk getirmek istemiyorum. Annem ve babam ben doğmadan bana sorsaydılar eğer dünyaya gelmek isteyip istemediğimi, beni öldürmelerini söylerdim.
Handan, Mirza’nın pesimist yanını biliyordu ama bu denli olduğunu tahmin etmemişti. Zamanı geldiğinde daha nelere tanıklık edecekti kim bilir. Gebeliği en tehlikeli olan zamandır. Ne doğuracağı belli olmaz. Handan birazda olsa çocuğu Mirza’nın tapusu olarak gördüğü için diretmeye devam etti.
– Bu nasıl bir düşünce. Çocuğun için yapılmasını istemediğin şeyi sen bana yapıyorsun. Önce beni siktin, şimdi de hayatımı sikiyorsun.
+ Seni sevmeme sen müsaade ettin.
Handan umutsuz, Handan paramparça. Mirza’nın söyledikleri karşısında, Handan’ın bütün kelimeleri mağlubiyeti kabul etmiş bir şekilde ortalıkta görünmüyordu. İkisi de sessizliğe bürünmüş bir şekilde bir diğerinin bir şey söylemesini bekliyordu. Sessizliği bozan Mirza oldu.
+ Şu arkadaşını arasana. Hani şu geçen hafta çocuğunu aldıran. Bir sor bakalım ne kadar gerekli ve nerede yapılıyor.
– Hayır aramayacağım. Bu çocuğu dünyaya getireceğim. Sen istesen de istemesen de getireceğim.
Mirza düşünceli, Mirza suskun. Sukunluğunun Handan’ın istediğini kabul ettiği anlamına geldiğini düşünerek hemen konuşmaya başladı.
+ Bak yavrum. Bu dünya çocuk doğurmak için çok kötü. Hatırla Berkin’i bundan tam iki yıl önce sokak ortasında polis tarafından kafasından vuruldu ve terörist ilan edildi. Erdal’ı hatırlasana aynı gün için de yaşı büyütülüp idam edildi. Şimdi bizim çocuğumuzu düşün. O bu dünyaya gelecek ne kötülük etti sence.
– Gideriz buradan. Türkiye’den uzaklaşırız. Biz dünya insanıyız dünyaya doğduk. Burada doğduk diye burada yaşamak zorunda değiliz.
+ İnsanların olduğu her yerde bu böyle. Sadece burası için geçerli değil söylediklerim. Bak Almanya Yahudi Soykırımını yaptı. İngiltere, Fransa, İspanya yıllarca diğer toplumları sömürdü. Aborijinleri bile ortadan kaldırmaya çalışan bir Avusturya var. Beyazlar tarafından tecavüze uğrayıp melez çocuklar doğuruyorlar. Sonra o melezlere başka beyazlar tecavüz ediyor ve böylelikle Aborijin ırkını tarihten silmeye çalışıyorlar. Şimdi sen söyle insanların bu kadar kötü olduğu bir dünyaya ben nasıl bizim çocuğumuzu getirmene müsaade edeyim.
Handan umutsuz, Handan yılgın. Başını ellerinin arasına alıp derin düşüncelere dalmıştı. Mirza yanında hiçbir şey demeden sigarasını içmeye devam ediyordu. Handan kafasını kaldırıp;
– Mirza yardım et bana bu çocuğu doğurmak istiyorum.
+ Senin olduğu kadar o benim çocuğumda. Bu dünyaya bir insan daha getirmek katil ve kurban sayısını bir artırmak demek. Bak Özgecan Aslan’a vahşice öldürüldü. İnsanlar bütün hayatı etkileyen bir etmen. İnsan dışında hangi canlının dişisine şiddet uyguladığını ya da zorla tecavüz ettiğini gördün. Senle eğer insan olmasaydık bu çocuğu dünyaya getirirdik buna inan.
Handan solgun, Handan ölü. Handan, Mirza’nın bu tavrı karşısında bütün direncini yitirip hemen arkadaşını aramaya koyuldu. Mirza, Handan’ın fazla diretmeden dediklerini pratiğe dökmesine sevinmiş bir halde Handan’ın telefon konuşmasını dinleyip, sigarasını içiyordu. Handan telefonu kapattıktan sonra Mirza’ya dönüp;
– Bir doktor varmış. 750 TL’ye, kendi evinde yapıyormuş.
+ Tamam ben parayı bu hafta içinde denkleştiririm. Hafta sonu da doktora gideriz. Hafta içi sen randevu alırsın.
Mirza her şeyin hal olmasına sevinmiş bir vaziyette sigaradan aldığı yudumları daha bir keyifle almaya başlamıştı. Parayı da arkadaşlarından isteyecekti. Aklına gelen herkesle o gün görüşmeye başladı. O günün sonunda paranın yarısını denkleştirdi. Handan da arkadaşıyla doktordan randevu işini hallettiler. Geriye kalan şey parayı denkleştirip, günün gelmesini beklemekti. Handan’ın doktorla yaptığı görüşmede doktorun, ameliyatın riskli olacağı, buna yönelik hiçbir mesuliyeti kabul etmediğini ve bu sebeple Handan’a bir kağıt imzalatmak zorunda olduğunu belirtmesi üzerine, Handan her şeyi kabul ederek imzayı attı. Bundan Mirza’nın haberi hiç olmadı. Handan ona söylemek istemedi. Bu kadar çok sevdiği adamın bunu öğrenip de yine de onu ameliyata sokması, onu yaşarken öldürmeye yeterdi. Bu yüzden Mirza’nın haberi olmadan doktora imzaladığı kağıdın bir nüshasını da çantasına bırakıp arkadaşına da bir şey söylemeden oradan ayrıldılar.
Handan korkulu, Handan endişeli. Handan son günlerim diyerek nitelendirdiği bu günleri Mirza’yla geçirmeye çalışıyor, her gece birlikte uyuyor sevişebildikleri kadar sevişiyor, kitap okuyor, içip yatıyorlardı. Mirza’nın paranın geri kalanını bulmak için dışarı çıktığı bir gün Handan ona bir mektup yazdı. Bunu Mirza’nın her gün illaki okuduğu kitabının arasına bıraktı. Bu kitap Mirza’nın başucunda bulundurduğu kitaplardan biriydi. 724 sayfalık bu kitabın yazarı Mirza için peygamber, kitap da kutsal kitap sayılırdı.
Kitabı açıp 112-113. sayfasının arasına bırakmıştı. Bu sayfayı bilerek seçmişti. Mirza eve geldiğinde Handan hazırdı. Doktora gitmek için evden çıktılar. Ameliyat için her şey hazırdı. Handan ameliyata girmeden önce Mirza’ya sımsıkı sarılıp kulağına;
– Tutunamayanlar, Korkuyu Beklerken Tehlikeli Oyunlar oynarlar.
Bu cümlesi Mirza’yı etkilemişti. Mirza’yı dudaktan öptükten sonra ameliyata girdi. Merdiven altında yapılan ve on beş dakika süren ameliyatın sonunda çocukla birlikte Handan’ı da aldırmıştı bu dünyadan Mirza. Bunu öğrenen Mirza doktoru öldürmeye kalkıştı. Handan’ın arkadaşı Mirza’yı biraz da olsa sakinleştirdikten sonra doktor, Mirza’ya Handan’ın imzaladığı kağıdı gösterdi. Mirza kağıdı okuduktan sonra zaten sulanan gözü şelale gibi akmaya başladı. Mirza toparlandıktan sonra cenazesini alıp oradan çıktı. Handan’ı Edirnekapı mezarlığına defnetti. Ne de olsa orada peygamber olarak gördüğü Oğuz Atay yatıyordu. Mirza eve gittiğinde perişan bir haldeydi. Yatağa düştüğü gibi bayıldı. Saatler sonra kendine geldi. Uyandığında artık Handan’ın olmayacağını düşündü ve gözleri tekrar yaşarmaya başladı. Sigarasını yakıp eline kutsal kitabını alıp sayfaları karıştırmaya ve fosforlu kalemle çizdiği yerleri okumaya başladı. 113. sayfada Handan’ın mektubunu gördü. Mektubu açtı ve okumaya başladı. “Belki de beni sevmene izin vermemeliydim. Ben, bugün sen istedin diye ölüme gidiyorum. Bunu sana söylemedim çünkü; eğer bunu sana söyledikten sonra beni o ameliyata sokmaya çalışsaydın, seni sevmeden ölecektim. Bu yüzden sana söylemedim. Bu notu da 113. sayfaya bıraktım Oğuzcuğum benim söyleyeceklerimi yıllar öncesinde söylemiş. Ondan okumanı istedim. Seni severek ölmek , ölümlerin en güzeli. Yokluğumda seni kitaplarına emanet ediyorum.”
Mirza 113. sayfada fosforlu kalemle çizdiği yeri açıp okudu. “Şu anda sana güzel bir söz söyleyebilmek için on bin kitap okumayı isterdim. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek. Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.” Mirza bu satırları okuduktan sonra gözyaşları damla damla akmaya başlamıştı bile. Kendi kendine “Beni severek ölen birini, ben de severek yaşayacağım” dedi. Mirza hayatına artık hiçbir kadın almayacağına yemin etti. Bütün hayatını kitaplara ve öykülerine harcadı. Handan için bir öykü yazdı ve adını da “Öldüren Sevgi” bıraktı. 35 yaşında aşırı alkolden dolayı iç organları iflas edip öldü. Apartmanda kokunun yayılmasıyla komşular kapıyı kırıp içeri girdiler. Salonun ortasında Mirza’nın cesedini buldular. Ev şişelerden ve yere attığı kitaplardan geçilmiyordu. Cesedi dışarı çıkarırken yan komşusu olan gencin gözüne Mirza’nın duvara yazdığı bir yazı takıldı. “Kokmaya başlayana kadar beni rahat bırakacaksınız. Kokumu aldıktan sonra artık cesedimin elinizden çekeceği var.”

Önceki İçerikDas Experiment (2001), Oliver Hirschbiegel
Sonraki İçerikBir Olay Yeri İnceleme- Yunanistan Nasıl Bu Hale Düştü?
carpediem
Surlarla kaplı şehrin fakir bir semtinde doğan, 5 yaşında okumayı söken ve 7 yaşında da babamın önderliğiyle kitap okumaya başlayan biriyim. Elime ilk aldığım kitap Jack London’ın Vahşetin Çağrısı kitabı oldu. Okuduğum en değerli yazarların başında geliyordu. Zamanla okuduğum kitaplar sayesinde insanlardan tamamen koptum. Nevrotik yanımı tetikleyip beni buhrana sürükledi kitaplar. Okuduğum her kitap hayatımda dost dediğim birini alıp götürdü benden. İlkokul ve lise eğitimimde gayet başarılı bir öğrenciydim. Kendi çapımda bir şeyler yazmaya ilk 11 yaşında başladım. İlk eserim askere giden dayıma yazdığım bir şiir olmuştu. Sonrasında kalemim susmadı ve bende onunla konuşmaya başlar oldum. İlerisi için hiçbir zaman yazarlık hayalim olmadı. Ama okuduğum kitapların ve yazarların sayısı arttıkça içimdeki ateşe atılan odunların sayısı da artıyordu. İçimdeki ateş beni yakıyordu. Okuduğum her kitap ağzıma sıçıyordu. Tek amacım var şu an. Hayatımın içine sıçan bu yazarlardan ölmeden intikam almak. Bu doğrultuda bir eser verip Yusuf Atılgan gibi köyüme dönüp çiftçilik yapmak istiyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorum yapın
Lütfen isminizi buraya yazınız